Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden Çifte Standart
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında DGM'de yargılanması sırasında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkıyla ilgili 6'ncı, gözaltı süresinin uzunluğuyla ilgili 5'inci ve kötü muameleyle ilgili 3'üncü maddesinin ihlal edildiğine ilişkin 2003 yılı Mart ayında alınan kararı değiştirmemiş ve adil yargılanmadığını ileri sürerek , Terörist Başının yeniden yargılanması ya da dava dosyasının yeniden açılması gerektiğine dair gerekçeli son kararını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunmuştur.
Terörist başının yargılanması sırasında, Devlet Güvenlik Mahkemelerimizin Kuruluşunda bulunan asker üye, Kuruluştan çıkarılmış, verilen idam kararı ise uygulanmayıp askıya alınmış ve idam cezası kaldırılmıştır.
Bütün bunlara rağmen yargılamanın adalete uygun şekilde olmadığı gerekçesi ile yeniden yargılama veya dava dosyasının yeniden açılması talep edilmektedir.
Hem şahsım, hem de mensubu bulunduğum Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Üyelerimiz; fikir, düşünce ve eylemleri ile en uzağımızda bile olsa; her hangi bir kişinin savunması alınmadan veya savunma alınma safhasında insanlık dışı yöntemler kullanılarak; hukuk dışı ve hatta yasa dışı yöntemlerle yargılanmasının veya yargısız suçlu muamelesi yapılmasının, bu işlemleri yapan kişi ve kuruluşlara hiçbir değer kazandırmadığı gibi bu yargılama ve sonucunda tesis edilen işlemlerin de zulüm niteliği taşıdığına inanlardanız.
Hal böyle iken AİHM' nin söz konusu kararını hukukî değil siyasî, taraflı ve çifte standartlı bir uygulama olarak görüyoruz. Bu Mahkeme ve kararları ile hukukun üstünlüğü prensibinin korunduğuna ve adaletin tesis edildiğine inanmıyoruz.
Çünkü savunması alınmaksızın, yasal her hangi bir suç isnat edilmeksizin, yasalarla kurulmuş hiçbir mahkemede yargılanmaksızın, vazifelerine en üst seviyede bağlı oldukları halde, sadece inançlarını yaşadıkları için, disiplinsiz oldukları iddia edilerek, Yüksek Askerî Şûra Kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden tasfiye edilen ve yargılanma ve suçunu öğrenme istekleri dahi cevapsız kalan, ASDER üyesi onlarca kişinin, toplum dışına itildiği yıllarda ve çaresizlik içinde, belki adaleti orada buluruz düşüncesi ile AİHM' ne yaptığı başvuru "..sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlâl edildiği yönünde belirti saptanmamıştır.." gerekçesi ile esastan dahi görüşülmeden reddedilmiştir. Yani İdare tarafından yargısız olarak tesis edilen işlem Avrupa İnsan hakları Sözleşmesine uygun bulunmuştur.
Diğer taraftan aynı Mahkeme, Dünya Devletler ailesi tarafından tanınmış meşru bir devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devletini silah zoruyla yıkmayı ve bölmeyi hedef alan ve bu uğurda, çocuk, kadın ihtiyar demeden, suçsuz otuz bine yakın insanı katleden bir örgütün başı hakkında, özel ayrıcalıklı yargılama yapmak için uğrunda kanunlar bile değiştirildiği halde yargılamayı adaletli bulmamaktadır. Verilen kararın hukukî olduğunu düşünmek mümkün değildir.
Siyasî mahiyetteki bu kararın, hukukun üstünlüğü ve adaletin tesisi ile de bir ilgisi bulunmamaktadır. Zaten, Avrupa Konseyinin gayesi, Konsey Statüsünün birinci Maddesinde "..üyeleri arasında müşterek varlıkları olan İLKE ve PRENSİPLERİNİ korumak, yaymak, iktisadî ve siyasî gelişmelerini sağlamak için daha sıkı bir birlik meydana getirmektir. .. Konseyin nihâi gayesi tek bir Avrupa Devletine ulaşmaktır."(1) Şeklinde ifade edilmektedir.
Konsey'in Temel Statüsünde ifade edilen ve Avrupa Birliğinin temeli olarak düşünülen kültürel birliğin esasları ise "...Avrupa Devletlerinin siyasî birleşmelerini gerçekleştirmede; Eski Yunan Felsefesi, Roma Hukuku, Batı Hıristiyan Kilisesi, Rönesans Hümanizmi ve Fransız İhtilâli gibi ortak geleneklerden faydalanılacaktır."(2) şeklinde belirtilmektedir.
Gayesi ve referansları belli olan Avrupa Konseyinin, bir alt birimi olan AİHM' nin kararlarının, örneklerinde de görüldüğü gibi, hukukî olmasını beklemek gaflet olur. Türkiye'nin Avrupa Konseyine, kurucu on üyenin hemen arkasından, kurulduğu 1949 yılı içinde üye olarak, bu üyelikten ne beklediğini anlamak mümkün değildir.
YAŞ ZEDELERE DE YARGILANMA YOLUNU AÇIN
İşin bizi yaralayan, inciten ve rencide eden bir boyutu var ki, düşüncesi bile kâbus gibi.
Bir tarafta, Milletin temel değerlerini paylaşan ve inançlarını yaşayan insanları, Kamu İdaresi önünde, Üniversitelerde, yargı önünde, TBMM nezdinde hor ve hakir gör, Devlete düşmanmış gibi göster.
Diğer tarafta, Devleti yıkmaya çalışan, bu uğurda örgütlenip silaha sarılan, 20 yıldır Devletin maddi manevi kaynaklarının heba edilmesine, Milletin bu kadar dış borç yükü altında ezilmesine sebep olan kişiye, özel yargılama usulleri geliştir ve bu yargılama sürecinin de Milletimizin temeldeki gerçek düşmanları ile pazarlık konusu yapılmasına müsaade et. Hatta baskılara boyun ey.
İçerde adam yerine konulmak için, illa dışarıdaki güç merkezleri ile iş birliği mi yapmak lazım?
Devlet olarak da, Millet olarak da Dünya üzerinde itibarımızın olmasını istiyorsak, başkalarının da müdahalesini istemiyorsak, insanımızı ve değerlerinin korunmasını her şeyin önüne koymak gerekmez mi?
Eğer dış baskılara boyun eğerek, Memleketimizde kaos yaşanmasını da göze alarak, Abdullah Öcalan'a yeniden yargılanma hakkı tanır da; hiç yargılanmadan haklarından mahrum edilen, YAŞ mağdurlarına yargılanma hakkı tanımaz ve onların gasp edilmiş sosyal haklarını iade etmezseniz, tarih önünde sorumlu olursunuz. Bu sorumluluktan Hükümet de Meclis de kurtulamaz. 12 Mayıs 2005
Adnan Tanrverdi
Emekli Tuğgeneral
ASDER Gnl. Bşk.'ı
(1)Yeni Rehber Ansiklopedi C.3, Shf.36
(2) a.g.e
yazarın diğer yazılarını www.adnantanriverdi.com veya www.asder.org sitelerinde bulabilirsiniz.